--SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ--Berekekoyu---www.koyumbereke.tr.gg
  Sorunun Ortaya Çıkışı 2
 

I.DÜNYA SAVASI SIRASINDA

BİTLİS İSYANLARI

Ermeni isyanları, Birinci Dünya Savaşı döneminde de sürmüş ve 1915 yer değiştirme (tehcir) uygulamasını mecbur kılacak kadar devlet güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir. Yurt dışındaki Ermeniler, Osmanlı'nın seferberlik ilanıyla birlikte "intikam alayları" kurarken, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler de özellikle yoğun bulundukları bölgelerde isyan hareketlerine hız vermişlerdir.

Ermeni komiteleri en çok önemi, Van'dan sonra Muş ve Bitlis yörelerine veriyorlardı. Bölgenin yolları, genellikle açık ve ulaştırma için uygundu. Bitlis kenti, Van-Diyarbakır-Halep-İskenderun yolu üzerinde önemli bir yerleşim merkeziydi. Ermenilerin Muş ve Talori İsyanları da bu yörede yapılmıştır.

Bu bakımdan Patrikhane tarafından en seçkin kimseler ve din adamları bu bölgede görevlendirilmiştir. Patrikhanenin ve komitelerin Osmanlı yönetimine karşı Avrupa'ya yaptığı şikayet ve başvurmalarda daima bu iki ildeki olaylardan söz edilmiş; ıslahat sorununda da yine bu iller ileri sürülmüştür. Bu bölge, bir gün bile Ermenilerin saldırı ve isyanlarından kurtulamamıştır.

Bitlis yöresindeki Ermeniler, sudan sebeplerle olay çıkarmaya çalışıyorlardı. Taşnak komitesi tarafından Van'da yayınlanan Eşhadank ve Vandosb, Erzurum'da yayınlanan Haraç gazeteleri bu olayları, yabancı ülkelerdeki Ermenilere duyuruyorlardı. Komiteler, bu olaylarla Ermenilerin bir özerkliğe kavuşturulmasını amaç ediniyorlardı. Seferberliğin ilanından sonra Taşnak komitesi Rusya'dan gereken talimatı alarak bu bölgede tanınmış komitacılardan Van Mebusu Vahan Papasyan'ı getirmişti.

Seferberlik ilanına uyan Türk gençleri vatan savunmasına giderken, Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin pek çoğu bu çağrıya uymamış, uyanlar da silahlarıyla birlikte kıtalarından kaçmaya başlamışlardı. Ocak 1915'te Bitlis'in Hizar kazasının Sekür Köyü Ermenileri, asker kaçağı aramaya giden jandarma müfrezesine, Osmanlı Hükümeti'ne asker vermeyeceklerini ve hükümeti tanımadıklarını söyleyerek silah kullandılar ve jandarmaları öldürdüler.

Aynı durum, Korsu, Akhis, Beygeri, Arşin, Tasu gibi büyükçe köylerde de tekrarlandı. Komitalar Van-Bitlis arasında Gevaş yolunu ve buradan geçen önemli haberleşme hattını kestiler. Bu köylerde isyan devam ederken merkeze bağlı Viyris Köyü'nde de 20 Şubat 1915'te çarpışmalar çıktı. Bunu Hizan ve Bitlis bölgesindeki isyanlar izledi.

Muş Ovası'nda da olaylar görülmeye başlandı. Akan bucağı Kümes Köyü'ne giden Bucak Müdürü'yle yanındaki jandarmaların oturdukları eve sekiz saat süreyle ateş edildi. Jandarma ve milislerden 9 kişi öldü. Buradaki harekatın Muş Taşnak delegesi Rupen ve komite başkanlarından tanınmış Esro ve Papazyan tarafından yönetildiği açıklığa kavuştu. Asker toplamak için Hizan'a giden Bitlis Jandarma Alay Komutanı'yla emrindeki müfrezenin Karkar Der8esi'Nde yolları kesildi. Yedi saat çarpışmadan sonra bir jandarma eri şehit düştü.

Tanınmış Üzümlü Lato da emrindeki Van Ermenilerinden oluşan çetesiyle Mükes ve Hizan civarında eşkıyalık yapıyordu.

Ermenilerin bu isyanlarındaki amaçları, harekat, ulaşım ve askeri haberleşmeyi aksatmak, askeri kuvvetleri meşgul etmekti.

Bitlis'teki Rus konsolosu, İstanbul'daki Rus elçisine gönderdiği 24 Aralık 1912 gün ve 63 sayılı raporunda şöyle diyordu:

"Ermeni kamuoyunun yukarıda belirtilen duruma gelmesinde Taşnak Komitesi'nin büyük bir payı vardır. Komite, Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmalar çıkarmaya ve meydana gelecek kötü durum üzerine Rusların işe karışmasını sağlamaya ve buraların Rus askerleri tarafından ele geçirilmesine bütün güçleriyle çalışmaktadırlar."

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 190-192

 

ERZURUM İSYANLARI

Erzincan ve Erzurum çevresinde, binlerce silahsız ve masum Müslümanı katleden Ermeni çetelerinden ele geçirilen silahlar.    Ermeniler tarafından Erzurum'un Garin bölgesi, komitacılar tarafından çok önemli görülüyordu. Rus Ermenileri, Kafkasya'dan Osmanlı ülkesine buradan geçmişler ve önemli merkezlerini de burada kurmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce yapılan Taşnak Komitesi son kongresi de burada toplanmıştı. Erzurum, Trabzon-Van yolunun üzerinde bulunduğu için hem karayoluyla Kafkasya'dan ve hem Trabzon yoluyla Batum, Köstence ve diğer yerlerden düzenli bilgi alınır ve buradan içeriye silah ve cephane sokulabilir.

Seferberliğin ilanından sonra yıllarca Ermeni isyanlarına, kıyım ve kırımlara sahne olan Erzurum bölgesinde savaş başladığı zaman, il merkezi ve sancaklarda Ermenilerden silah altında bulunanlar, kendi silahlarıyla birlikte Ruslara sığınmışlardır. Rus Hükümeti bunları silahlandırarak çeteler kurmuş ve Anadolu içerisine salmıştır. Ermeni gençlerini askerlikten kurtarmak için kilise adamları büyük çaba göstermişlerdir.

Erzurum'da, Ermeniler tarafından, Türkler'in toplanarak yakıldığı bir konak.Ermeniler, bir yandan Türk ordusunun lojistik yollarını tıkamaya çalışırken, bir yandan da halkın moralini bozmak için Osmanlı'nın ve müttefiklerinin başarısız olduğunu propaganda ettiler ve düşmanların zaferi için kiliselerde dua ettiler. Ermeniler Erzincan'da kendilerine uzun süre yetecek yiyecek ve eşyaları daha seferberlik başında hazırlamışlar ve saklamışlardır. Bunlar daha sonraki aramalarda meydana çıkmıştır.

Erzurum'da, boğularak öldürülmüş Türk çocukları.Kasım 1914'de Kemah'ın Karni Köyü civarındaki Çanlıvank Manastırı'nda toplanan komitacılar isyan planlarını hazırladılarsa da uygulama alanına konmadan meydana çıkarıldı. Erzurum ve sancaklarında Ermeniler silahlı olarak evlere saldırmaya, Müslüman kadın ve çocukları öldürmeye başladılar. Bu sayede bölgeden cepheye gönderilen askerlerin morallerini bozacak ve onların ailelerinin yanına dönmelerini sağlayarak Türk kuvvetlerinin gücünü azaltacaklardı. Erzincan bölgesinde pek çok silahlı asker kaçağı, silah, cephane, bomba ile ele geçirildi. Azgın bir komiteci olan ve yalnız bu nedenle Patrikhane tarafından Kemah'a atanmış bulunan Kemah Murahhasası çevresinde topladığı gönüllüleriyle Türklere pek çok zulümler yapmıştır.

Osmanlı güvenlik kuvvetleri tarafından tutuklanan Erzincanlı Dikran Papazyan adındaki bir şahıs "üç beş gün daha gecikme olsaydı, komitelerin aldıkları tertibat ile Erzincan'ı tüm ateşler içinde bırakacaklarını, yakıp yıkacaklarını; bütün Türkleri, askerleri öldüreceklerini, ancak hükümet uyanık bulunduğu için bu girişimin başarılı olamadığını" açıkça söylemiştir.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 192-193

 

ELAZIĞ İSYANLARI

Seferberlikten sonra Elazığ'da da Ermeni askerlerin kaçmaları ve müslüman halka saldırıları yaygın bir halde aldı. Bunların en önemlileri şunlardır:

Elazığ İngiliz Konsolosluğu tercümanlığını yapan Osmanlı uyruklu bir Ermeni, 11. Kolordu hakkında bilgi topladı. Bu haberler İstanbul'daki İngiliz Elçiliği'ne gönderilirken yakalandı.

Yine il içindeki Ermenilerin Paskalya yortularını Rus bayrağı altında geçirmeyi istediklerine dair birçok mektup yakalandı.

Doğu aşiretlerini kışkırtmak ve Ermenilerle birleşmelerini sağlamak için yapılan çalışmalar meydana çıkarıldı. Eğin'den (Kemaliye) orduya gönderilmek üzere hazırlanmış olan ikmal maddeleri Eğinli Filipos ismindeki bir Ermeni tarafından yakılmak istenmiştir. Filipos yangında ölmüş; fakat, evinde yapılan aramada bu işi Eğin Ermeni Murahhasası'nın teşvikiyle yaptığı, bu olaydan birçok tanınmış Ermeni'nin de haberi olduğu meydana çıkmıştır. Başta en büyük dini liderleri olduğu halde, hükümete sadık olduklarını ve asla silahları olmadığını söyleyen Ermenilerden, arama sonunda yalnız il merkezinde 5.000'den fazla silah, 300 kadar bomba, 40 kg. kadar bomba fitili, 200 paket dinamit, 5.000 adet dinamit misketi bulundu. Arapkir Ermeni Kilisesi'nde de silah, cephane ve iki derviş elbisesi ele geçirildi.

Ocak ve Şubat 1915 aylarında Türk askerlerinden yaralı ve sakat olarak evlerine dönenlerin birçoğunun yollarda ve Ermeni köylerinde pek barbarca öldürüldükleri anlaşılmıştır.

Ruslarla savaşa başlamadan ve başladıktan sonra, Rus ordusuna yardım ve Osmanlı Hükümeti aleyhinde hareket etmeyi bir görev sayan Ermeniler, gönüllü taburları kurarak Van bölgesine, İran sınırına gitmişlerdir; bunların büyük bir çoğunluğu ilden kaçan veya yabancı ülkelerden gönüllü olarak gelen Elazığ Ermenileriydi.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 193-194

 

DİYARBAKIR İSYANLARI

14 Nisan'da Diyarbakır'da yapılan aramalarda ele geçirilen bomba, kaçak silah ve patlayıcılar.Ermeniler, bu bölgede müslüman halka oranla azınlıkta kalmalarına karşın komite örgütünün ihtilal düzenini hazırlamışlardır. Rus işgalini kolaylaştırmak, Türk ordusunun hareketini geciktirmek ve oyalama yolunda ellerinden geleni yapmışlar, askerden kaçmayı teşvik etmişlerdir. Savaştan önce büyük bir umuda kapılan Ermeniler, her türlü taşkınlığı yapmada bir sakınca görmemişlerdir.

Askere gitmeyen veya askerden kaçan Ermenilerin oluşturduğu "Dam Taburu" için halktan zorla ihtiyaç maddeleri toplanmıştır. Rusların ileri harekatı halinde yapacakları işleri kararlaştırmışlardır. Alınan haber üzerine yapılan aramada, komitacıların adamları yakalanmış ve planları öğrenilmiştir.

27 Nisan 1915'te yapılan baskında da pek çok silah, cephane, bomba ve asker kaçağı ve komitenin şu bildirisi ele geçirilmiştir:

"Van tarafında Ruslar başarılı olarak ilerlerse bütün Ermeniler, yapılmış olan plan ve özel emirler gereğince başkaldıracaklar, müslümanları öldürecekler, şehri yakacaklar, resmi binaları yıkacaklar, hükümeti zorlayarak Ermeni önerilerini kabule zorlayacaklar ve Rusların işgalini kolaylaştıracaklar."

Asker kaçakları, kovuşturmadan korkan gönüllüler Muş, Kiğı, Bitlis, Van, Talori gibi yerlerden gelenlerle birleşerek her tarafa saldırmaya başlamışlar, rastladıkları perakende askerleri, müslümanları öldürmüşler, askeri ikmal maddeleri ulaştırmasını hedef olarak seçmişlerdir.

Diyarbakır Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'Na 27 nisan 1915 tarihli mesajı şöyledir:

"Diyarbakır'da asker kaçağı, silah ve mermi araması yapılmıştır; sonucunda pek çok silah, cephane, askeri elbise, patlayıcı madde bulunmuştur. Ermeni komitacılarından yalnız merkezde 1.000'den fazla asker kaçağı ele geçirilmiştir."

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 194-195

SİVAS İSYANLARI

Sivas merkezinde ele geçirilen silahların bir kısmı, Ermeniler tarafından yapılan jandarma üniformaları, asker borusu ve bombalar.Sivas, öteden beri Ermeni isyanlarına sahne olmuş bir ildir. 1894 yılındaki isyanlar, Merzifon, Amasya, Tokat bölgesinde yapılmıştır.

Sivas, Ermeniler için, Erzurum kadar önemliydi. Tanınmış Daniel Çavuş ve Murat gibi birçok çete reisleri buralarda yetişmiş ve büyük olaylar çıkarmışlardır. Sivas'ın Şebinkarahisar ve Suşehri bölge komitacılar için önemlidir.

Komitacılar buralarda köy köy dolaşarak "Türklerin meşrutiyetten, hürriyetten amaçları Ermenileri yok etmektir. Eşitlik, kardeşlik sözlerine sakın aldanmayın. Ermeniler, hürriyetlerini silah ve bombayla alacaklardır. Öküzünüzü satın bomba alın" diyorlardı. Bu propagandacıların başında Penganlı Piza Mıgırdiç, Gökdenli Murat, Suşehirli Dagisyan Aram, Şebinkarahisarlı Karagözyan Hemayak vardı.

1913 yılı Ağustos ayı tatilinde Şebinkarahisar ve Suşehri'ne giden Amerikalı öğretmen Mr. Huborg Şebinkarahisar'dan dönüşünde Suşehri'nde bir gece bahçede yatarken tüfekli öldürülmüştü. Katillerin önceleri müslüman olduğu sanılmış, birçok suçsuz Türk tutuklanmış ve haklarında inceleme başlatılmıştı. Sonunda cinayetin siyasi nedenlerle Ermeniler tarafından yapıldığı anlaşılmış ve sanıklar serbest bırakılmıştı. Bu cinayetleri yapanlar meydana çıkarılamamışsa da, Türkiye'de güvenlik olmadığını ve Türkleri barbar göstermek, yabancı devletlerin işe karışmalarını sağlamak için Ermenilerin yaptıkları anlaşılmıştır.

Yine 1913 yılı Ekim ayında Suşehri'nin Ezbidir bucağı Ermeni Papazı Kerih'in bazı hareketleri hükümeti kuşkulandırmış ve bir hırsızlık olayından dolayı evi arandığında çalınan eşyadan başka birçok yasak silahlar da bulunmuştur. Kerih'in tutuklanması, Şebinkarahisar Murahhaslığını telaşlandırmış ve yaptığı girişimler gözden kaçmamıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, Kerih'in yaptığı her iş, Şebinkarahisar Murahhasalığının isteği ve bilgisiyle olmuştur.

Şebinkarahisar İsyanı'nda Kerih'in oynadığı rol, sonradan daha iyi anlaşılmıştır. Şebinkarahisar'ın Yaycı Köyü Papazı Siponil bir papazdan çok komitacı olarak tanınmış. Siponil, papaz olmadan önce Ermeni hareketlerini bizzat yönetmiş, kasım ayında kilise aidatını toplamak üzere köylerde dolaşırken, "Osmanlılar yenilecekleri bir harbe başladılar. Kısa bir zaman sonra Ruslar cepheden, biz geriden saldıracağız. Size önceden verilen silahların kullanılma zamanı geldi. Önce silah almakta kuşkuluydunuz. Bugün elinizdeki silahların yararını göreceksiniz. Silah bulan ve dağıtanları siz yücelteceksiniz" diyerek propaganda yapıyordu.

Papaz Siponil'in arkasından Panganlı Piza Mıgırdıç, deri ticareti bahanesiyle köyleri dolaşmaya ve yapılan propagandaları pekiştirmeye başladı. Ermeniler, bütün önlemleri aldıklarını, pek yakında başarıya ulaşacaklarını sanıyor; fakat, beklenilen bu yakın gün bir türlü gelmiyordu. Bu beklemeye daha fazla tahammül edemeyen Suşehri Pürek Köyü Muhtarı Agop, "Bu silahları hangi gün için saklıyoruz" diye bağırarak Zara Özel Örgütü Kafile Memuru Nuri'yi tabancasıyla yaraladı. Böylece önceden hazırlanan ihtilal olayı meydana çıktı. Yapılan aramada, 150 tüfek ve 10.000 kadar cephane ele geçti. Bu olay, diğer Ermeni köylerindeki silahları da meydana çıkardı.

Yalnız Suşehri ilçesi Ermeni köylerinden 160 silah bulundu. Şebinkarahisar Murahhasası, silahların hükümet eline geçmesinden düşükleri maddi zararı, moral çöküntüsünü görüyor ve "Ne yapmak gerekirse yapılsın, silahlar verilmesin" diye ilgililere haberler gönderiyordu. Bu haberlerin etkisiyle köylerde saklanan silahlar Karahisar Kilisesi'nde toplandı. İleride çıkan Şebinkarahisar İsyanı'nda kullanıldı.

Seferberlikten önce, Zara ilçesinde Ermeni komite reislerinden Gemisli Tanil ve arkadaşları, Zara ve Hafik ilçeleri arasındaki Sakar Dağı'nda harman süren 12 Türkü, Karahisar Savcısı Cemal ile 2 jandarmayı ve bölgede daha birçok kimseyi öldürüp soydular. Yalnız Zara kazasında 30 adet bomba, 45 parça dinamit ve çeşitli silahlar bulundu.

10. Kolordu Komutanlığı'nca 3. Ordu Komutanlığı'na gönderilen 27 Mart 1915 tarihli mesajda şöyle denilmektedir:

"a. Tokat'ta bir Ermeni evinde silah ve cephane bulunmuştur.

b. Sivas'ın Kangal kazasının Ulaş bucağındaki Ermenilerden silah ele geçirilmiştir.

c. Suşehri'nin Purek köyü Ermenileri, 25 Şubat 1915 tarihinde oradan geçen gönüllü ve silahsız Osmanlı askerlerine saldırmış ve ateş açmışlardır. Bu köyde yapılan aramada silah ve mermi ele geçirilmiş, 95 asker kaçağıyla 25 suçlu er yakalanmıştır."

Sivas Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği 22/23 Nisan 1915 tarihli mesajda ise şöyle denilmektedir:

"Vilayet içinde Ermenilerin toplu olarak bulunduğu yerler, Şebinkarahisar, Suşehri, Hafik, Divriği, Gürün, Gemerek, Amasya, Tokat ve Merzifon'dur. Şimdiye kadar Suşehri'nin Türk köyleriyle, civarında ve Hafik'in Tuzhisar, Horasan köylerinde ve merkeze bağlı Olataş bucağında yapılan aramalarda pek çok yasak silah ve dinamit bulundu. Ermenilerin bu vilayetten 30.000 kişiyi silahlandırdıkları, bunlardan 15.000 kişinin Rus ordusuna katıldığı ve diğer 15.000 kişinin de, Türk ordusunun başarısızlığı halinde ordumuzu gerisinden tehdit edeceği, yakalanan sanıkların ifadeleriyle kesinleşmiştir. Taşnak Komitesi, Ermeni çete reisi Murat''n sığındığı Tuzhisar köyüne gönderilen güvenlik birliğiyle Ermeniler arasında çarpışmalar olmuştur, kaçanlar kovalanmaktadır."

Kaçak Ermeni Murat'ın aranması için Horasan'a gönderilen müfrezenin aramasında Murat bulunamamış ise de bir sandık gra tüfeği, bir sandık bomba ve dinamit ele geçirilmiştir.

Hafiğin Tuzla köyündeki aramada da 16 sandık silah, 20 adet bomba bulunmuş; Murat'ın arkadaşları ile jandarmalar arasında çarpışmalar olmuştur.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 195-198

TRABZON OLAYLARI

Samsun ve Trabzon, önemli ithalat ve ihracat limanları olduğundan Ermeniler, Anadolu'ya sokmak istedikleri silah ve cephane için buralardan yararlanıyorlardı. Bu nedenle, buralarda düzenli bir komite örgütü kurulmuştu. Dışarıdan haber alma ve yabancı memleketlere de bilgi verme işleri, buralardan kolaylıkla yapılabiliyordu.

Trabzon'da Ermenilerden toplanan silahlardan bir kısmı.Giresun İskelesi de önemliydi. Burada komisyonculuk yapan Vahan Badilyan ve Kel Artin adındaki iki Ermeni, silah ulaştırmasını yönetiyorlardı. Bir gün, vinçten düşen bir saman balyasının içinden çıkan pek çok tüfek ve mermi, kaçakçılık olayını meydana çıkardı.

Buralarda ekonomik yönden üstün olan Ermeniler, seferberlik davetine uymadıkları gibi müslümanları da uymamaya zorladılar.

Giresun'un bir Rus torpidosu tarafından bombardımanında büyük sevinç gösterileri yaptılar. Hükümet memurlarını ve Müslüman halkı küçük düşürücü hareketlere yeltendiler.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 198-199

YOZGAT OLAYLARI

Ankara ve Yozgat çevresinde faaliyet gösteren Ermeni çetelerinden bir grup. Birinci Dünya Savaşı döneminde Yozgat'ta da birçok Ermeni olayları çıkmıştır. İlk olarak Boğazlıyan'ın Orih Ermeni köyü halkı tarafından, Çayırşehri köyünün çeşitli yerlerine dinamitler yerleştirilmiş ve bunlardan birisinin patlamasıyla bir Türk çocuğu ağırca yaralanmıştır. Bunun üzerine Orih, Menteşe ve İğdeli Ermeni bölgesinde arama yapılmış, birçok silah, cephane ve patlayıcı madde ve komitelerin propaganda evrakı bulunmuştur. Asker toplamak üzere köylere giden jandarma komutanına ve jandarmalara silahla saldırılmıştır. Çatkebir köyü yanındaki ormanlığa sığınan yüzden fazla silahlı Ermeni, jandarmalara, askerlere ve yoldan geçen suçsuz halka saldırmışlardır. Akdağmadeni kaza merkezinde Ermeniler birkaç defa bomba atmışlar ve gösteriler yapmışlardır.

Buradaki komitacılar, diğer bölgelerden haber alıyorlar ve onlarla şifreli olarak konuşuyorlardı. Askere gitmemek, tek tek saldırılarla Türk halkını kışkırtmak ve aşağılamak, askere giden Türk ailelerini korkutmak, genel bir şekilde sürüp gidiyordu.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 199

II. VAN İSYANI

Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk, Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun, Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve silahlandırmışlardır(1). Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve gözetiminde hareket etmişlerdir (2). 1908'de başlayan bu tür organizasyonların arkasında Rusların bulunduğu, Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır(3). Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Trabzon konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda şöyle belirtilmektedir(4): "Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok para harcıyorlar, gizlice asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar."

Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir (5). Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren başlattıkları mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını toplu halde katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915 tarihli yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir(6). Van valiliğine getirilen Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini bildirmiştir(7).

Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır (8). Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.

Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle bildirilmiştir(9):

"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"(10).

Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler, Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.

Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete, Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten sonra şunları yazmaktadır:

"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"(11).

Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon'u da işgal etmişlerdir(12). Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle, müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni ayaklanmaları başlamıştır.

Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk halkının bulunduğu belirtilmiştir(13).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.

Dipnotlar
1) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
2) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N. Göyünç, "Türk Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
7) Aynı yer, belge 2052.
ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius, Potsdam 1919, s. 65, 46 nr. Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
12) ŞFR, nr. 64/44.
13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.

ŞEBİNKARAHİSAR OLAYI

Anadolu'da Ermeni isyanlarının yanı sıra pek çok ayaklanma meydana geldi. Bunlardan biri 5 Haziran 1915 tarihli Şebinkarahisar olayıdır.

Sivaslı Murat (Hamparsum Boyacıyan) adında bir Ermeni çete reisi, 500 kadar adamıyla Şebinkarahisar'ı basmıştır. Türk ordusu Doğu Cephesi'nin ana ikmal yolu buradan geçtiği için bölgenin stratejik önemi vardır. Ermeniler bu bölgeyi ele geçirdikleri takdirde TSK'nin ikmal ve geri hizmetleri aksayacak, Rus ordusunun ileri harekatı kolaylayacaktır. Çeteciler Şebinkarahisar'ın Müslüman mahallesini yaktılar. Rastladıkları Türkleri, işkenceler yaparak öldürmeye başladılar. Çevreden toplanmış olan asker ve jandarma müfrezelerine de saldırdılar.

Bu durum karşısında başka bölgelerden kuvvet tasarruf edilerek Şebinkarahisar'a getirilmiş ve Ermeni isyancılar kuşatılmıştır.

Sivas'taki 10. Kolordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 15 Haziran 1915 tarihli mesajda, olayla ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır:

"Şuradan buradan toplanan 500 kadar Ermeni eşkıyasının Şebinkarahisar'da eski kaleye sığınarak isyan ettikleri öğrenilmiştir. Güvenlik kuvvetleriyle çeteciler arasında çarpışmalar olduğu Sivas Valiliğinden bildirilmiştir."

Sivas Valiliğinin 3. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 18-19 Haziran 1915 tarihli mesajda ise şöyle denilmektedir.

"Şebinkarahisar isyanının bastırıldığı, Ermeniler 800 kadar kadın, erkek ve çoğunun kaleye sığındığı, isyancılardan 200 kadarının silahlı olduğu bildirilmiştir."


KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 227-228.

BURSA OLAYI

Bursa vilayetine bağlı Çengiler köyünde yakalanan Ermeni çeteciler, onlara ait bir top,  ateşli silahlar ve askeri üniformalar. Ermeni isyan ve olaylarının artması üzerine Adapazarı ve İzmit'teki aramalar sonunda pek çok silah elde edildiğini duyan ve Çengiler, Soloz, Orhangazi, Gemlik, Bilecik bölgelerinde öteden beri hazırlanmış bulunan Ermeni çeteleri, Türk halkına saldırmaya başlamışlardır. Hükümeti, jandarmayı ve askeri birlikleri kendilerini izlemeye zorlayarak cephedeki kuvvetleri zayıflatmayı amaçlayan Ermeniler, cephede düşmanla savaşan askerlerin morallerini bozmak yolunu tutmuşlardır.

Ellerinde en modern silah ve hatta sıhhi malzemeler bulunan Ermeni çeteleri, İzmit ve Adapazarı'ndan kaçan çetecilerle de birleşerek, 60-70 kişilik gruplar halinde, öteye beriye saldırmaya başlamışlardır. Ermeni çetelerinin başında Başpapaz Vekil Barkef, onun sekreteri Sokpas, Bursa Ermeni Okulu Müdürü, kilise hademesi ve diğer din görevlilerinin oldukları belirlenmiştir.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239

ADANA OLAYLARI

Adana merkezinde Ermeniler'den alınan silahlar.Adana'da hiç eksik olmayan Ermeni saldırıları, Birinci Dünya Savaşı için yapılan seferberlik çağrısından sonra, daha büyük çapta ve ayrıntılı bir şekilde hazırlanmıştı. Bu bölge, hem de Akdeniz kıyılarına, hem Suriye ve Irak Cephelerine çok yakın olduğundan Ermenilerin buralarda yapabilecekleri işler çok etkili olacaktı. Önce casusluktan başladılar. Bu bakımdan Ermeni komitacıları bölgeyi ilk planda ele aldılar.

1 Şubat 1915 tarihinde iki Ermeni, İskenderun Körfezi'nde bulunan bir düşman gemisine sığınarak kendilerine verilen ajanlık görevini yerine getirdiler.

2 Şubat tarihinde Dörtyol Ermenilerinden Abraham Salcıyan, Artin ve Bedros adlarındaki üç Ermeni de limandaki düşman gemilerine sığınarak Türk ordusunun kuvveti, askeri düzeni hakkındaki bilgileri düşmana ulaştırdılar.

24 Şubat 1915 tarihinde Köşger Torosoğlu ve Öğretmen Agop adındaki şahıslar, düşman tarafından Kıbrıs'tan getirilerek İskenderun'a çıkarıldılar. Bunlar, düşman filo komutanından aldıkları yönergeyle birlikte kıyıda yakalandılar. Yine, 24 Şubat 1915 tarihinde düşman gemilerine sığınan Ermeniler arasında bulunan Dağlıoğlu Artin, üzerindeki evrakla yakalandı ve askeri mahkemeye verildi.

Böylece Ermeni komitacılarının memleketin en can alacak noktalarına nasıl sızdıkları görüldü. Ayrıca Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve Hasanbeyli Bucağı'nda sayısız silah, bomba, dinamit, harita ve bayraklar bulundu.

Saimbeyli (Haçin) kasabasında yalçın kayalıkları üzerinde bulunan Ermeni Manastırı'nda din adamları ve Ermeni komitacıları tarafından, bölgedeki mağaralarda depolanmış 200 kilo kadar barut bulundu.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239-240.

 

URFA OLAYLARI

Urfa'da Ermenilerden ele geçirilen silahlar.Meşrutiyetin ilanından sonra Ermeni komiteleri, Urfa'da da gönüllülerden oluşan bir örgüt kurmuşlar, Doğu Anadolu harekat alanından göç ettirilip bu bölgeye yerleştirilen Ermenileri de kandırmışlardır. Bu sırada 1895 yılındaki Urfa isyanında suçlu görülerek Tablusgarba sürülen Meşrutiyetin ilanından sonra affedilerek Türkiye'ye dönen ve kendisini papaz olarak tanıtan bir şahıs, İstanbul Emeni Patrikhanesi tarafından Urfa'ya gönderilmiştir. Bu şahıs Ermenilerin isyanını hazırlamış, onlara Türk düşmanlığı aşılamış, silah ve cephane sağlamanın önemini anlatmıştır.

Urfa'da Ermeniler'den alınan silahlar, bombalar, dinamit, dinamit fitilleri ve el bombaları.Urfa'daki Ermenilerin hazırlığına Ruslar da büyük önem vermişlerdir. Çünkü Urfa bölgesi, Doğu Anadolu'dan İskenderun doğrultusunda uzanan anayolun üzerinde bulunmaktadır. Urfa bölgesinde isyancılara sekiz on yıl yetecek ölçüde yiyecek depo edilmiştir. Van'ın Ruslar tarafından işgali; Ermeni komitacıların kışkırtma ve propagandalarına hız vermiştir. Rusların birkaç ay içerisinde Diyarbakır, Siverek üzerinden Urfa'ya geleceklerini ileri sürerek Ermenileri isyana çağırmışlardır.

İsyan hazırlıklarında en çok göze batan hususlardan birisi de, Zeytun, Sason, Bitlis, Antep bölgeleri için bir komutan emrinde kullanılmak üzere Maraş'tan Diyarbakır'dan gelen, komitacılara yerli fedailer ve asker firarilerden oluşan bir silahlı kuvvet ile su taşımak, un öğütmek, ekmek pişirmek hasta ve yaralıları bakmak, tüfek temizlemek, emir götürmek, mermi yapmak, konuşmalar yapmak için ekipler kurma başarıları olmuştur.

İsyana başlamak için uygun bir zaman beklenirken silah toplanması ve 1894 doğumluların askere alınması sırasında Zeytun, Sason, Haçin, Diyarbakır bölgelerinden kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, Urfa'ya 7.5 km. uzaklıktaki Germiş Köyünde ve 19 Ağustos 1915 Perşembe günü de Urfa merkezinde ilk isyanlar başlatılmıştır.

Urfa olayının ertesi günü Tellülebyaz-Urfa-Siverek yolunda çalışan hizmet taburunun Ermeni erleri evvelce kararlaştırdıkları gibi subayları ve Türk işçileri öldürmeye teşebbüs etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Daha sonra Tellülebyaz-Urfa kısmında çalışan bölüğün Ermeni erler, kazma, kürek ve muhafız jandarmalardan ele geçirdikleri silahlarla Yedek Subay İbrahim Hilmi'yi şehit etmişler; dört jandarma eriyle köy muhtarını yaralamışlardır.

28 Ağustos 1915'teki bu olaydan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükunet hakimdir. Ancak 29 Eylül 1915'te 40 el kadar tüfek atılmış, ertesi günü bu olayın sorumlularını araştırma için Ermeni mahallesine giden polis ve jandarmaya ateş edilmiş ve bir jandarma şehit olmuş, iki jandarma yaralanmıştır. Asiler Türk evlerine hücum ederek savunmaya ve saldırıya uygun olanlarını ele geçirmişler, Müslüman ailelerinden büyük-küçük 10 kadını şehit etmişlerdir.

Urfa'daki isyan, Ermeni komiteleri tarafından çok iyi planlanmış ve yönetilmiştir. Yabancı devletlerin de bu olayda ilgi ve yardımları olduğu saptanmıştır.

İsyandan sonra Ermeni çetelerinin ele başları, yine bir kolayını bularak başka bölgelere kaçmışlardır. Çatışmanın 16 Ekim 1915'te bittiği aynı tarih ve 7664 sayılı şifreyle 4. Ordu Komutanlığı'nca Başkomutanlığa arz edilmiştir.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 240-243

FINDIKÇIK OLAYI

Osmanlı hükümetine karşı zaman zaman başkaldıran Zeytun bölgesindeki Ermenilerin başka bölgelere göç ettirilmeleri sırasında Nur Dağları kuzeyindeki araziye dağılan Ermeni çeteleri, Türk köylerine, askeri birliklere ve jandarma müfrezelerine saldırarak yakmış, yıkmış ve öldürmüşlerdir.

Bir süre sonra Zeytun, Saimbeyli ve Maraş Ermenilerinden oluşan 600 çeteci, 1915 yılı baharında Maraş ile Bahçe kasabası arasında ve Ayvalık Bucağına 30 km. kadar uzaklıkta bulunan Fındıkçık Köyünde toplanarak ayaklanmışlar; bu köyün yanındaki dört Türk köyünü de yakmışlardır. Maraş bölgesindeki Ermeniler de isyan merkezi olan Fındıkçık'ta toplanmaya başlamış; köy, iyi bir şekilde savunmaya hazırlanmıştır.

Bu arada isyan bölgesine bir jandarma müfrezesi göndermişse de olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine Islahiye'den 132. Piyade Alayıyla Belen'deki bir piyade taburu ve bir dağ top takımı Fındıkçık bölgesine gönderilerek isyan bastırılmıştır. Bu olayda 10'dan fazla Türk köyü yakılmış, yıkılmış ve 2.000 kadar Türk, vahşice öldürülmüştür.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan_; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 243-244.

MUSA DAĞI OLAYI

Musa Dağı, Nur Dağlarının eteklerindedir. 1.000 metre kadar yükseklikte, büyük kayalar ve sık çalılıklarla kaplı sivri ve tek bir blok görümündedir. Verfel adında bir Yahudi tarafından yazılan "Musa Dağı'nda 40 Gün" adındaki kitap Amerika'daki Ermeniler tarafından kendilerine yapılan sözde zulümleri belirtmek için sinema filmi haline getirilmiştir. I. Dünya Harbi'nde çıkan bu olayı, o zaman Halep Valisi olan General Fahrettin Türkkan şöyle anlatır:

"Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf devletlerinin İskenderun Bölgesi kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yaylınca Samandağ Bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı, hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, TSK'nin ihtiyacı için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişler ve Musa Dağı'na çıkmışlardır.

Bunun üzerine hükümet emirlerine uymaları için asilere memurlar gönderilmişse de Ermeniler, bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol bulamayan bölge komutanı Albay Galip, jandarma alayıyla Musa Dağından inen yolları kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dağı'na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de dağ üzerinde hiçbir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede Ermenilerin denize doğru uzanan bir yamaçtan Akdeniz'' indikleri anlaşılmıştır. İzleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip burada 20-30 kadar hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır.

Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin, Musa Dağı'ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Bu konu, Fransız hükümetinden resmen sorularak doğruluğu öğrenilebilir. Daha sonra Musa dağında yapılan araştırmalarda hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi; yaralı veya hasta bir kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Verfel tarafından yazılan ve bütün dillere çevrilerek dağıtılan ve filme de alınan bu kitabın konusunun tamamen hayali ve uydurma olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği taşıdığı sonucuna varılmıştır."


İşte Musa Dağı olayı budur, böyle olmuştur. Amacı, Türkleri kötülemek ve suçlamaktır. Fransızlar Birinci Dünya Harbi'nde İskenderun bölgesiyle Halep ve Hatay vilayetlerinin Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri Samandağ bölgesine önem vermişler; hatta bu bölgeye karşı çıkarma harekatı yapma olanaklarını araştırmışlardır. Bu amaçladır ki, Fransızlar, İskenderun Şehrinin 6 defa bombalamışlar; bölgenin Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç bir durumda bırakmak istemişlerse de harbin sonuna kadar böyle bir girişimi uygulamaya cesaret ve fırsat bulamamışlardır.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 245-246.

İZMİT VE ADAPAZARI OLAYLARI

Rus donanması Karadeniz Ereğlisi'ni top ateşine tuttuğu zaman, bölgedeki Ermenilerin Ruslar yararına casusluk yaptıkları saptanmıştır. Özellikle Adapazarı'ndaki Ermeniler, "Ruslar Karadeniz kıyılarına birkaç güne kadar asker çıkaracaklar, buralara gelecekler, o zaman bölgemizde hiçbir Türk kalmayacak" diye açıkça haberler yaymaya ve propaganda yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine hükümetin bölgede yaptırdığı arama sonucunda yalnız birkaç tanesi Adapazarı'nı tahrip edebilecek nitelikte çok sayıda patlayıcı madde, tüfek, tabanca, asker ve jandarma elbisesi, pek çok cephane ve dinamit fitilleri bulunmuştur. Aynı aramalar İzmit'te de yapılmış, burada da aynı şeyler ele geçirilmiştir.

Gerek Adapazarı ve gerek İzmit'te yakalanan ihtilalcilerin ifadelerine göre; Ruslar, Sakarya Nehri ağzı bölgesini bir çıkarma yaptıkları zaman bu silahlar patlayıcı maddeler Türk askeri ve halkına karşı kullanılacaktır. Böylece genel bir öldürme, yok etme planı uygulayacaklardır. Bir kısım Ermeniler de Türk askeri elbiselerini giyerek Türk ordusunu içinden vuracaklardır. Ermenilerin planları ortaya çıkınca komite ele başları Yalova, Bursa bölgelerine kaçmışlar, buralarda karşılaştıkları Türkleri soymuş ve öldürmüşlerdir.

Adapazarı'nda ele geçirilen bombalar, bomba yapım malzemeleri ve bu bombaları yapan ve dağıtan kişiler.Buna karşın Ermeniler her yerde Ermenilerin öldürüldüğü, Ermenilere işkence yapıldığı haber ve dedikodularını geniş ölçüde yaymaya başlamışlardır. En sonunda hükümet köklü önlemler almak zorunda kalmış, Ermeni çetelerinden bir kısmı tutuklanmış, diğer bir kısmı da memleketin çeşitli bölgelerine kaçarak kurtulmuşlardır.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 238

İSYANLARIN GENEL TABLOSU

1890'da Erzurum olayı ile başlayıp 1896 Van isyanı ile biten dönem, Batı dünyasında büyük bir soykırım dönemi olarak gösterilir.

Nalbadian, "bu devrede 50.000-300.000 Ermeni öldürülmüştür" der.

Davih Marshall Lang, 1894-96 arasında 200.000 Ermeni öldürüldüğünü yazar.

Pastırmacıyan'a göre 100.000-110.000 ölü vardır.

Misasskian ise, "En az 300.000 Ermeni ölmüştür" diye yazar.

Hepsius'un rakamı 88.243'dür. Ancak bu rakamı nereden bulduğu anlaşılmamaktadır. Mesela 1896'da Van'da 20.000 kişi ölmüş gösterir. Halbuki Van şehrinin içindeki çetelerin çoğu İran'dan gelmedir ve Saadettin Paşa'nın verdiği rakamlardan şüphe etmek için de sebep yoktur. Keza Zeytun'da 6.000 kişinin öldüğünü yazar. Aghasi ise 125 kişi zayiat verdiklerini yazmaktadır. İsyan bittikten sonra hastalıkların ölenlerin dahi 3.000 civarında olduğu İngiliz dokümanlarında yer alır ki, bu ölümlerin isyan olayı ile ilgisi yoktur.

Bliss'in, 1895 rakamı 35.032'dir.

Komitacı Ermenilerin kurşunları ile ölen Ermenileri de Türkler öldürdü sayılsa bile, 1890'lı senelerde isyanlar ve ayaklanmalar sırasında hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 20.000'e bile çıkarmak güçtür.

Bu arada aynı dönemde ölen Müslümanların hesabını yapmak da gereklidir. Eğer Aghasi'nin "Zeytun'da 20.000 Türk öldürdük" sözünü ciddiye alsak, Müslüman kaybı 25.000'e yaklaşmış ve Ermeni kaybının iki mislini bulmuş olur. Ancak şu muhakkaktır ki, Müslümanların bu iki sene zarfında kaybı 5.000'den az değildir. Bu Müslümanların çok büyük kısmı durup dururken, üstüne ateş açılarak veya bomba atılarak, sırf geride kalanlar hırsa kapılıp da Ermenilere saldırsın diye öldürülmüşlerdir. İşte asıl katliam, asıl cinayet budur.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167-68

KURTULUŞ SAVAŞINDA ERMENİ İSYANLARI

Birinci Dünya Savaşı’nın Galip Devletleri, savaş sırasında, aralarında yaptıkları anlaşmalarla, Türk topraklarını bölüşmeyi kararlaştırmışlardı. Mondros Ateşkesi ile de bu fırsatı ellerine geçirince; Suriye-Adana cephesindeki Türk Kuvvetleri’nin, Toros geçitlerine alınarak bölgenin boşaltılmasını istediler.

Yapılan baskılar sonucu, bu cephedeki Türk Birlikleri, Toroslar kuzeyine çekildi. Ateşkesin imzasından hemen sonra Adana’yı işgale başlayan Fransızlar, meydanı boş bulunca silahlandırdıkları Ermeniler ile birlikte bu işgallerini genişleterek, Adana’dan başka Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı da işgal ettiler.

Bu arada İngilizler de, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler; fakat bir süre sonra aralarında vardıkları bir anlaşmayla bu üç ili Fransızlara bıraktılar. Böylece Fransızlar Adana kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden Fırat nehri doğusuna kadar uzanan geniş bir alanı işgal etmiş bulunuyorlardı (*).

Fransızlar bu geniş alanda varlıklarını koruyabilmek için, İngilizlerin bu dönemde Doğu’daki Ermeniler’i kullandıkları gibi, Fransızlar da Suriye ve Güney Anadolu’daki Ermenileri kullanmak istediler. İngilizler Ermenistan devletine Türklerden aldıkları toprakları verirken, Fransızlarda kendisine bedava asker edinebilmek için bölgesindeki Ermenilere Çukurova bölgesinde, “Klikya Ermeni Devleti” kuracağı sözünü verdi.

Tehcirle Suriye’ye gelmiş olan Ermeniler ile Çukurova’da yerleşik Ermeniler, bu tatlı vaade kapıldılar. Böylece İskenderun Körfezi’nden Kafkaslara kadar Büyük Ermenistan’ı kurmuş olacaklardı.

Yaklaşık 5000 Ermeni, bu aöacı gerçekleştirmek için Lejyon askeri olarak Fransız ordusuna katıldı ve Fransız üniforması ile efendilerinin emrinde Türklere karşı çarpıştı. Tehcirle Suriye’ye gelenlerden geri kalanı, Fransız yardımıyla Çukurova’ya yerleştirildi. Yerleşik Ermenilerle bunlar birleşerek, Fransız silahları ile Milis kuvvetleri ve çeteler kurdular ve işgalci Fransız ordusundan ayrı olarak, Türk yönetimine başkaldırdılar.

Türk sivil halkının oluşturduğu milli kuvvetler, cephede Fransız ordusuyla, içte ve geride Ermeni çeteleriyle savaşmak durumunda, yerleşim yerlerini ve canını korumak zorunda kaldı.

Fransızlarla işbirliği halinde devlete başkaldıran silahlı Ermeni sayısı, yerleri ile birlikte şöyle idi(**):

Antep’te 2500

Maraş’ta 2000

Saimbeyli’de 1500

Urfa’da 1000

Zeytun’da 500

Şar’da 350

Kozan’da 300

Adana-Mersin’de 1.000

Osmaniye-İslahiye’de 1.000

Toplam: 10.150

Fransız ordusunun harekatı dışında, devlete başkaldırı şeklinde ki Ermeni isyanı, 7 Mart 1919’dan 6 Eylül 1921’e kadar; Adana, Kozan, Haçin (Saimbeyli), Şar, Göksun, Zeytun (Süleymanlı), Maraş bölgelerinde devam etti. Binlerce masum insanın ölümüne, onlarca köy ve kasabanın tahribine sebep oldu. Doğu Anadolu’da yaptıkları katliamları aynen burada da yaptılar.

Ermeni isyanının en kanlı bölgesi, daha önce on Ermeni isyanı yaşanmış Saimbeyli ile 6 Ermeni isyanı yaşanmış Süleyman’lı oldu. En son olarak, 6 Eylül 1921’de Zeytun (Süleymanlı)’daki isyan bastırıldı ve Ermeni çetelerinin savaşma azimleri kırıldı.

Fransızlar, yenilgiyi kabul edip, 20 Ekim 1921’de Ankara Hükümeti ile barış anlaşması (Ankara Anlaşması) yaptıktan sonra, işgal ettiği Türk topraklarını boşaltmaya başlayınca, isyancı Ermeniler ortada kaldılar. Yaptıkları onca kötülük, katliam ve vahşetten sonra bölgede kalamadılar ve Fransız ordusu ile birlikte çekildiler.

Sonuç, Ermenilerin bir kez daha kullanılması olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonunda ve sonrasında Doğudakiler İngilizler, Güneydekiler Fransızlar tarafından kullanılan Ermeniler, acaba bunu anlamışlar mıdır? Bugün ise beklenilen kimlerin duplörlüğünü yaptıklarını, kimler tarafından kullanılmak istendiklerini anlamalarıdır. Tekrar zararlı çıkmamalarıdır.

(*) Görgülü, İsmet; Ana Hatları ile Türk İstiklal Harbi, Kastaş Yayınevi, 1999, s.60

(**) Türk İstiklal Harbi 4. Cilt Güney Cephesi, Gnkur. Yayını, 1966, s.4

 

29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlâr tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girmiştir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islâhat Fermânı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermenilere verilen bir mükafat durumundadır. Osmanlı Hükümeti'nin muvafakatı alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler'e "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmıştır. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdir. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise, bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil etmişlerdir(1). Kagik Ozanyan adlı Ermeni yazarı, bu nizâmnâmenin, Ermeniler'de ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir(2).

Ermeni Kilisesi'nin Bağımsızlık Çalışmaları

"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânında sonra Patrikler, daha çok millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardır. Bu nizâmnâme, Ermenilerce muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş Lübnan olayları dolayısıyla vuku bulan Avrupa müdahalesi genişlerse, bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümidi uyanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice vermemiştir(3).

Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin lideri Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed(4) olmuş böylece kiliseye üye olmuştur. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van Kartalı", 1863'de Muş'ta St. Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri neşretmeye başlamıştır. Vaazları ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir(5). Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî menfaatlerinin zirveye tırmanması sonucunu doğurmuştur. Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz şu iki esas üzerine çalışmaya başlamıştır:

  1. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek,
  2. İstanbul Ermeniliği'nin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek(6).

Hırimyan'ın, Ermeniler'i macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve hükümet memurları ona cephe almışlardır. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etmek zorunda kalmıştır.

Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın izinden yürümüştür. 1876'da II. Abdülhamid tahta geçmiş ve I. Meşrûtiyet ilân edilmiştir. Nerses Varjabedyan, Bulgar meselesini halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenilerine yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamıştır(7).

Hırimyan zamanında başlayan Patrikhâne'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli Hristiyanları meselesinden sonra çok şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhâne'nin Bâb-ı Âlî'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnâmeler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zâbıta olaylarından başka bir şey olmadıkları görülür. Patrikhâne, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermeye başlamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünmektedir:

  1. Osmanlı Devleti'ne ve Türkler'e sadık kalmak,
  2. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerini takip ederek çalışmak ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.

Patrik Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli mektubunda şunları yazmaktadır:

"Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hıristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hıristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Kilikya (8), Hristiyan yönetimin kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistan'ında, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hıristiyan yönetim istiyorlar(9)."

Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, Doğu'da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca da, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermiştir. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz(10)." diye Ermeniler'in amacını açıklamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlılar'ın barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş(11), barış şartları ise Ayastefanos (Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Ayastefanos (Yeşilköy)'ta devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmayı başarmışlardır. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiştir. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir.

Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St. Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenileri'ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmiştir. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazandırmak için propagandaya çıkmıştır. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunmaktadır(12).

Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Manchester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papazyan'a gönderdiği bir mektupta(13), siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtmiş, diğer taraftan da 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi de desteklemesini istemiştir(14).

Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında da büyük devletlere tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiştir.

Neticede sun'î mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi fazla değişikliğe uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. maddesi olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezâretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islâhât Meselesi" halinde tespit edilmiştir.

Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nde elde edilenler ile Ermenilerin umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamış ve onlara şöyle hitap etmiştir(15):

"Berlin Kongresi... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer."

Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirtilmiştir.

Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış ve bunu hazırlamak için de Patrikhâne'de "Islâhât Komisyonu" adı ile bir komisyon kurmuştur. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen genelge, bir cümle ile Ermeniler'i isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdeki Ermeni din adamlarından yapılması istenenler yer almıştır(16).

Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş durmamış, piskoposluklara mektuplar yağdırmakla meşgul olmuştur. Bu mektuplar tetkik edildiğinde, Patrikhâne'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının, hükümeti yıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek olduğu görülmektedir(17).

Patrikhâne'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881 ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati çekmektedir(18):

  1. Patrikhâne piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler göndermeye başlamıştır.
  2. Patrikhâne, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhâne'nin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür) yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir.
  3. Patrikhâne, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır.
  4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermeniler'in katli gibi göstermeye çalışmış, gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarmıştır. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır.
  5. Patrikhâne'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını) bulunmaktadır. Bu paranın bir bölümü ile, Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedâiler ile birlikte terör hareketlerini başlatmışlardır.
  6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaatı kökünden yıkmışlardır.
  7. Patrikhâne, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhâne'nin idaresinde olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçilmiştir. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenileri'nin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmıştır.

Üç yıl Patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardır. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile, muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçmiştir. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armenagan", 1885 yılında Van'da kurulmuştur(19). 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini kurmuşlardır. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak Ihtilâlci Partisi" adını almışlardır(20).

Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine geçen İzmit Manastırı Başrahibi Horen Aşıkyan(1888-1894) döneminde de, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülmüş, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi"(!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi istenmiştir.

Ancak Ermeni komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a sûikast düzenlemişlerdir. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etmiştir(21).

Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896) İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçilmiş, bu durum Hınçaklar'ı sevindirmiştir. O, komitelere bağlı ve üye olan memurları da hizmetine almıştır. İzmirliyan, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmamış, hükümetin yaptığı bütün işleri ağır bir dille eleştirmiş, İngiliz Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar göndermiştir(22).

Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her vilâyette süratle yayılmaya başlamıştır(23). Bu isyanlar II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde kısa zamanda bastırılmıştır. Gelişmeler üzerine istifa edip Kudüs'e giden İzmirliyan, İstanbul'a dönünce ikinci kez Patrik (1908-1909) ilân edilmiştir(24).

KAYNAKLAR
(3) Bkz. Erdal İlter, Ermeni Mes'elesi'nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1880), Ankara 1988, s. 97-II5.
(4) Ermeni Kilisesi'ndeki ruhanî dereceler şunlardır: Katogigos, Patrik, Yepiskopos (Piskopos), Vartabed, Papaz.
(5) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Nalbandian, Louse-; a.g.e., s. 53; Gürün, Kâmuran-; a.g.e., s. 62, 74.
(6) Buradaki Ermenistan tâbirinden kasıt, Doğu Anadolu'dur. Ancak, Ermenistan tâbirinin, etnik değil, coğrafî bir tâbir olduğu ilim âlemince kabul edilmiştir. "Yüksek/Yukarı/Dağlık Bölge" anlamına gelen Ermenistan adına, XIII. yüzyıldan itibaren tesadüf edilmeyecek ve bölge (Doğu Anadolu) XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar "Türkmen Ülkesi" olarak adlandırılacaktır. Geniş bilgi için bkz., H. Kemal Türközü, Türkmen Ülkesi (Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri, Ankara 1985, s. 1-12; Kâmuran Gürün, a.g.e., s.l-9; Mehlika Aktok Kaşgarlı, a.g.e., s. 329; Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihî Coğrafyasına Giriş, Anadolu'nun İdarî Taksimatı, 1, Ankara 1988, s. 24-25,
(7) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Sonyel, Salahi Ramsdan-; The Ottoman Armenians, s. 41 .
(8) Kilikya, Toros Dağları, Amanos Dağları ve Akdeniz arasında kalan bölgedir. İdarî anlamda ise Kilikya, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Adana Vilâyeti'ne verilen addır. Kilikya'nın sınırları zaman zaman değişmiştir.
(9) F.O. 424/70, Nu. 134/I zikr., Bilâl N. Şimşir, British Documents On Ottoman Armenians (1856-1880), Vol. I , Ankara 19R2, s. 173, Belge Nu. 69.
(10) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 99.
(11) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyâsî Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları, C.1, Ankara 1953, s. 381-385.
(12) Projenin tamamı için bkz, Esat Uras, a.g.e., s. 459-485; Enver Ziya Karal, a.g.e., C. VIII, s. 132; L'Angleterre et les Armeniens (18391904), s. 19-22.
(13) Mektubun metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 485-486.
(14) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 104.
(15) Turkey Nu. 4(1880), Nu. 118/I, zikr., Bilâl N. Şimşir, a.g.e., s. 602-606, Belge Nu. 309..
(16) Hocacıoğlu, Mehmed -; Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s. 181-182.
(17) Mektubun mahiyeti için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 308-310.
(18) Hocaoğlu, Mehmet -; a.g.e., s. 182-185.
(19) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 90.
(20) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 104, 1 17.
(21) Uras, Esat-; a.g.e., s. 724-725. Horen Aşıkyan'a, Hınçak Komitesi tarafından gönderilen tehdit mektubu için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 310-311.
(22) Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, I, Ankara 1994, s. 66.
(23) İsyanların kronolojik sıralaması için bkz., Kâmuran Gürün, a.g.e., s. 139-159.
(24) Uras, Esat -; a.g.e., s. 833; Salahi Ramsdan Sonyel, a.g.e., s. 281.

Meşrutiyet'in İlanı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği

23-24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Patrikhâne, bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştur. Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün içindeki yerini almıştır.

Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910 tarihli ve 602 Numaralı rapor(25), kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahiyettedir.

1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermiştir. Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılmıştır(26). 13 gün süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmıştır.

Eçmiyazin Kilisesi (XIX. yüzyıl sonları)Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim'inde ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket etmiş, yerine Patrik olarak Yegiçe Turyan (1909-1911) getirilmiştir(27). Ondan sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilmiştir(28).

 

KAYNAKLAR
(25) Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 95-103.
(26) 1909 Adana Ermeni olayları hkn. geniş bilgi için bkz.. Cemal Paşa, Hâtırât (1913-1922), İstanbul 1922, s. 249-256; Esat Uras a.g.e., s. 810-829; Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, yayına hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1982; Salâhi R. Sonyel, "The Turco-Armenian Adana lncidents in the Light of Secret British Documents (July, 1908-December-, 1909)," Belleten, Sayı: 20 i (Aralık 1987), s. 1291-1338.
(27) Jacques de Morgan, a.g.e., s. 369: Raymond H. Kevorkian-Paul B. Paboudjian, Les Armeniens dans L'Empire Ottoman, Paris 1992, s. 29.
(28) Morgan, Jacques de-; a.g.e., s. 369.

"Ermeni Katogigosluk Ve Patrikliği Nizamnamesi"

Ermeni Patrikhânesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhâne'ye 1863 yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi"(29) ile, biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki Katogigosluk -Sis (Kozan) ve Akdamar- ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hıristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur. Patrikhâne meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece, Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtarılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve İtilâf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal edilmiştir. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktır.


KAYNAKLAR
(29) BOA, DUİT, Nu. 67/1-I; Nizâmnâme metninin Fransızcası için bkz., Hrant Vartabed, L'Empire Ottoman et L'lndependance de L'Eglise Armenienne, Publications du Dadjar, Nu. 2, Constantinople 1917, s. 80-94.

Patrik Zaven Efendi'nin Çalışmaları

İstanbul Ermeni Patriği Zaven Efendi (Zaven Egyazaryan, 1868-1927)Mondros Mütarekesi, Ermenistan'ın kurulması ortamı için önemli bir adım olmuştur. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi(30), bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş(31), silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışmış ve Rum Patrikhânesi'nden de geniş ölçüde destek almıştır(32).

Türkiye Ermenileri'nin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemiştir(33). Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etmiştir. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüşmüş, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile müzakerelerde bulunmuştur(34). Ermenilerin minnettarlığını arz etmek üzere İngiltere Kralı V.George'u da ziyaret etmiştir(35). Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok umutlu dönmüştür(36).

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve Lozan'dan sonra Ermeni Sorunu diye bir konu kalmamasından sonra Türkiye'deki Ermeni Kilisesi problem çıkarmak şöyle dursun, Ermeni diasporasının Türkiye'yi sıkıntıya sokan girişimlerine karşı çıkmıştır. Halen Ermeni Patrikhanesi, sözde Ermeni Soykırımı iddialarına karşı tepkisini ortaya koymaktadır.

Nitekim, son 6 ay zarfında yeniden başlatılan propagandalar hakkında 7 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programa katılan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan, soykırım ve tehcir konusunda şunları söylemektedir:

"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?"


Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:

"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza eden ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."

KAYNAKLAR
(30) 1898-1906 yılları arasında Erzurum'da, 1910'da Van'da, 1919-1913 yılları arasında Diyarbakır'da piskopos olarak çalışan Zaven Efendi, Eylül 1913'de İstanbul Ermeni Patriği seçilmiş, ancak zararlı faaliyetleri sebebi ile 1916'da Bağdad'a gönderilmiş, 1918'de Mondros Mütârekesi'ni müteakip İstanbul'a dönmüştür. Daha fazla bilgi için bkz. Christopher J. Walker, a.g.e., s. 426-427; Ayrıca bkz., Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993, s. 136-137.
(31) Atatürk, M. Kemal-; Nutuk, I, 1919-1920, İstanbul 1967, s. 2; Selâhattin Tansel , Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, I, Ankara 1973, s. 106.
(32) Ergünöz Akçora, "Millî Mücadele Yıllarında Kurulmuş Faydalı ve Zararlı Cemiyetler," TDTD, Sayı: 4 (Nisan 1987), s. 20.
(33) Bogos Nubar Paşa'nın müracaat metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 923-924.
(34) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(35) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(36) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-947.

Türkiye'ye gelen ilk misyonerlerin Proteston olduğu ve "British and Foreign Bible Society"ye mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Amerikan misyonerleri 1819'dan itibaren gelmeye başlamışlardır.

1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı misyonerler Osmanlı topraklarına dağılmışlardır. Sadece Amerikalı olarak 176 misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcı çalışmaktadır. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de şunlardır: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum, Harput, Bitlis, Van, Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara, Yozgat, Amasya, Tokat,Arapkir, Malatya, Palu, Diyarbekir, Urfa, Birecik, Elbistan, Tarsus.

Misyoner faaliyetleri, Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın zemininin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. İsyanlara takaddüm eden dönemlerde ve isyanlardan sonra vilayetlerden gelen raporlarda misyoner faaliyeti geniş şekilde yer almıştır.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44

20.03.2001 tarihli Türkiye Gazetesinden bir kupür.Türklerin en zayıf oldukları sahalardan birisinin propaganda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu, Osmanlı Devleti'nde de böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti'nde de böyle olmuştur. Türklerin propaganda ile ilişkileri, yazılara, yalan iddialara cevap vermeye çalışmaktan ibaret kalmış, yani bir nevi pasif, kendini korumaya matuf bir gayretten öteye geçmemiştir. Bu davranış ise Türklerin daima suçlu durumda gösterilebilmesi için, karşı taraflara çok büyük bir rahatlık ve hareket serbestisi bırakmıştır.

Ermeni İleri Gelenlerinden Aram Andonian'ın "Katledilen Ermeniler" İsimli ve Resmi Dokümanlara Dayanılarak Hazırlanmış Olduğu iddia edilen Kitabının Kapağı. Kitabın İçindeki Belgelerin Sahte Olduğu Osmanlılar'ın Resmi Yazışmalarda Kullandığı Takvim Sisteminin Kullanılmamış Olmasından ve buna benzer pek çok hatadan Anlaşılmaktadır. Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandanın özellikle Amerika'da en kesif olduğu tarih şüphesiz 1923 yıllarıydı. Bunun sebepleri hakkında Powell şöyle yazmaktadır:

"Türkler aleyhine derin kök salmış olan düşmanlığı şu sebeplere bağlayabiliriz. Geçmişte Hıristiyan azınlığa ve özellikle Ermenilere reva gördüğü zulüm politikası başta gelir; ikinci olarak dini önyargılar ve siyasi propaganda gelir ki, bunların birisinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını söylemek zordur; üçüncüsü mağlup ve parçalanmış olduğunu kabul ettiğimiz bir ülkenin yeniden ortaya çıkışından duyduğumuz üzüntü ve hayal sukutudur ve nihayet Türklerin ısrarla kendilerini savunmayı reddedişleridir."

Powell kitabının 32. Sayfasında bu son sebebe değinmekte ve 1922 yazında Yıldız Köşkü'nde Vahdettin ile yaptığı bir konuşmada Padişahın kendisine söylemiş olduğu şu sözleri nakletmektedir:

"Sizin gazeteleriniz ve dergileriniz, eğer yollasak bir Türkün yazdığı yazıyı basmazlar, eğer basılsa halkınız bunu okumaz, eğer okurlarsa inanmazlar. Hatta Amerika'ya Türk görüşünü sizin dilinizle anlatacak kalifiye birisini yollasak, tarafsız bir dinleyici kitlesi bulabilir mi?"

Padişahın söyledikleri belki doğrudur, nitekim gene aynı kitabın 10. Sayfasında, ismi zikredilmeden, New England'ın muteber din adamlarından birisinin "Türkler hakkında hakikati duymak istemiyorum, ben onlar hakkında çoktandır kanaatimi değiştirdim" dediği nakledilmektedir. Ancak böyle bir noktaya gelinmiş olması Türklerin devamlı susması ve muarızlarının yaydıkları yanlış propagandaların, dini faktörlerin ve politik mülahazaların da ilavesi ile zihinlerde yer etmesi sebebiyledir. Bununla birlikte; "nasıl olsa basılmaz, basılsa okunmaz, okunsa inanılmaz" zihniyeti tamamen aleyhte bir davanın gelişmesine, karşı propagandanın daha rahat ve daha çabuk netice vermesine yardımcı bir unsur olmuştur. Genellikle hemen her ülkede, gazetede çıkan bir makalenin veya bir haberin doğruluğuna inanmak eğilimi vardır.

Din faktörünün ve siyasi değerlendirmelerin Türkiye aleyhindeki havanın gelişip yerleşmesine nasıl yardımcı olduğu ortadadır. İşin içine bir de şuurlu propaganda unsuru girince, durum tabiatıyla daha da değişip, sadece tek taraflı haberlerin verilmesinden öteye, verilen haberlerin içindeki gerçek payının azalması veya tamamen kalkması durumu ortaya çıkabilmiştir. Bunu kanıtlayan bazı ifadeler aynı kitapta şöyle geçmektedir:

Ermeniler tarafından tablodaki kafataslarının Türkleri'n öldürdüğü Ermenilere ait olduğu iddia edilmiştir. Oysa tablonun (Vereshchagin, 1871-1872) yapıldığı yıllarda  Türklerle Ermeniler arasında hiçbir problem yoktu."Vahşet olayları çok büyük ölçüde mübalağa edilmiştir. Son dönemlere ait vahşet olaylarının bir kısmı ise hiç vuku bulmamıştır. Amerikan yardım teşkilatının mahalli (İstanbul) basın temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça, Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu söylemiştir."

Bu ifade fazla soyut görülebilir. Bu sebeple bazı örnekler verilmesinde fayda vardır:

"Osmanlı Bankası baskını ve takiben Ermenilere vaki saldırılar haberi Avrupa'da yazıldıktan kısa bir süre sonra, resimli gazetelerden bazı sanatkarlar vahşet olaylarının resimlerini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmişti. Bunların arasında tanınmış harp muhabiri müteveffa Mr. Melton Prior da vardı. Enerjik ve kararlı tabiatlı, hadiselere tabi olmayıp onların üstüne çıkabilen bir insandı. Bu özel görevi dolayısıyla nazik bir durumda olduğunu bana söyledi. Memleketteki insanlar akıl ermez vahşet olayları duymuş ve bunların temsili resimlerini bekliyordu.

Ölmüş Ermeniler gömülmüş, kadın ve çocuklara ise hiç dokunulmamış, hiç bir Ermeni Kilisesine de saldırılmamış olduğuna göre, bunları nasıl temin edeceği meselesi ortaya çıkıyordu. Namuslu ve Türkleri takdir eden bir insan olarak, şahit olmadığı hususları icat etmeyi reddediyordu. Ancak diğerleri bu derece dürüst değildi. Neticede, bir İtalyan resimli gazetesinde, Kilise içinde kadın ve çocukların katledilişini gösteren korkunç resimler gördüm."

"Yüksek mevkilerdeki Türk görevlileri tarafından Ermenilere karşı yürütüldüğü söylenen vahşi tedip tedbirleri münasebetiyle ismi baş sıralarda geçenlerden biri, Anadolu'da ıslahatla görevlendirilen Müşir Şakir Paşa'dır. 1895 Ekiminde Erzurum'da bulunan Mareşalin, Ermeni ayaklanması sırasında kana susamış bir insan gibi, elinde saati, kendisinden emir bekleyenlere, Ermenilerin tepelenmesine bir buçuk saat daha -bazı versiyonlarda iki saat daha- devam edilmesi talimatını verdiği rivayeti hemen bütün dünyayı dolaşmıştı...

Ermenistan armasını, Ermeni kral ve kahramanlarını gösteren büyük resim.Seyahatimizin gayesini göz önünde tutarak sırasıyla İngiltere Konsolosu Mr. Graves'i, Vali Mehmet Şerif Rauf Paşa'yı, Fransız Konsolosu M. Roqueferrier'yi ve Rus Başkonlososu M. V.A. Maximov'u ziyaret ettik. Bu zevatın hepsine, Şakir Paşa hakkında söylenenlerin doğruluğuna inanıp inanmadıklarını sorduk. M. Rowueferier bunun gülünç ve zevk için uydurulmuş hikayeler olduğunu söyledi ve Şakir Paşa hakkında birkaç takdirkar söz ilave etti."

"Rus Konsolosu M. Maximov: Böyle hikayelerin doğruluğunu tekzip etmek benim görevim değildir, size söyleyebileceğim Şakir Paşa'nın mert ve çok iyi kalpli bir insan olduğudur, kendisini senelerdir tanırım, dostumdur, dedi. İngiliz Konsolosu Mr. Graves, o sırada burada değildim, bu konuda Şakir Paşa'yla da konuşmadım, fakat Vali bunun doğru olmadığını söyledi, bu benim için kafidir, zira Rauf Paşa'nın bizzat söylediklerine tereddütsüz inanırım, dedi."

"Mr. Graves'e ülkeye Ermeni ihtilalcileri gelerek Ermeni halkını isyana teşvik etmeseydi, her hangi bir katliam vuku bulacağını düşünür müydünüz, diye sordum. Şüphesiz hayır, diye cevap verdi. Tek bir Ermeni dahi öldürülmüş olmazdı."


Rus devletinin savaşta cesaret gösteren ermenilere verdiği, üstünde "Tanrı Ermenileri korusun" yazılı madalya.Ne var ki, bu bilgiler hiçbir zaman batı basınında akis bulmamıştır. Tıpkı şu satırlarda ifade edildiği gibi:

"Ekim sonunda (1922) Amerika'da (Near East Relief's) teşkilatı temsilcileri müteveffa Miss Annie T. Allen ve Miss Florence Billings, Yunanlıların geri çekilirken yakmış oldukları Türk köylerinin durumu hakkında hazırladıkları bir raporu Teşkilatın İstanbul'daki merkezine yolladılar. Teşkilat bu raporu aynen M. Llyod George'un İzmir'de Yunanlıların yaptıkları fecaate müteallik Bristol Raporu'nu neşretmeyişi gibi, hiçbir zaman neşretmedi."

Bristol Raporu'nu, Llyod George gerçekten yayınlamamıştır.

"Raporu neşrettirmek istemeyişleri anlaşılmaz bir şey değildir. Ayrıca M. Venizelos da bütün şahsi ağırlığını ortaya koymuştu. Yunan temsilcisi hazır bulunmadan ve şahitlerin ismi gizli tutularak tespit edilen olayların neşrine itiraz etmişti. Böyle yapılmasının, batılı komisyonu değil de, mahalli Yunan otoritelerini ilgilendiren haklı bir yönü vardı.

Yunanistan aleyhine netice verecek bilgileri ortaya koyanlar Yunan işgalindeki bölgelerde yaşıyordu ve Yunan misillememesine maruz bırakılamazlardı. Aynı hukuki endişeler Belçika'daki Alman vahşeti ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere uygulanan muamele isimli Bryce Raporu için de geçerliydi. Müttefik hükümetler o aynı sebeplere rağmen ismi geçen raporları neşretmekte mahzur görmemişti."


Toynbee'nin bahsettiği Byrce Raporu, kendisinin editörlüğünü yaptığı İngilizlerin Mavi Kitap'ıdır.

1914 Yazında Paris'de Çıkarılan Hınçak Gazetesi'nin Ön Sayfası. Burada Osmanlı İmparatorluğu'na Karşı Ermeniler'in Ayaklanması Gerektiği Anlatılmaktadır.Ancak, nadiren de olsa, tam aksi durumlar da olabilmiştir. İngilizler 18 Eylül 1918 Eylülünde Bakü'yü tahliye zorunda kalmıştı. Gazeteler bu haberi neşrederlerken Ermenilerin hıyanetinden da bahsetmişlerdi. İngiliz propaganda hizmetleri bunun üzerine ciddi telaşa düşmüş ve bu haberin yapabileceği tesiri silmek yolunu tutmuşlardı. Bu maksatla hazırlanmış olan bir memorandumdan alınan aşağıdaki satırlar önemlidir:

"Ermenilerin kredisini düşürmek, Türk ale yhtarlığı davasını zayıflatmak demektir. Türkün, başı felaketten kurtulmayan, asil bir insan olduğu itikadını öldürmek çok güç olmuştur. Bu durum bu itikadı canlandıracak ve Ermenilerin olduğu kadar Zionistlerle Arapların prestijine de zarar verecektir. (...) Türklerin Ermenilere yaptığı muamele, Türk meselesinin radikal şekilde hallini ülkede ve hariçte kamuoylarına kabul ettirmek için Majesteleri Hükümeti'nin elinde en büyük sermayedir."

Propagandanın önemini anlamak için İngilizlerin bu maksatla nasıl bir teşkilat kurmuş olduklarına bakmakta yarar vardır:

Türkiye'ye karşı yayınlanan Ermeni broşürlerinden biri: Bu broşüre göre Türkler, 1.5 milyon Ermeni'yi katletmiş!... Ne yazık ki Batı dünyası Ermenilerin bu yalanlarına inanmaya devam ediyor..."Bir propaganda dairesi konusunda ilk duyduğum husus, 1914 Ağustosunda Walton Heath Golf Kulübü'nde bir Pazar günü öğle yemeğinden sonra Mr. T.P. O'Connor'un Lloyd George'a, Almanların Amerika'da sokaklarda broşürün dağıtmak, gemilerle gelen yolcuların eline birer broşür sıkıştırmak şeklinde başlatmış oldukları propagandaya bir karşılık verilmesi zaruretini söyleyişi idi. Mr. Llyod George, şu ise bir bakıver, Charlie ne yapılabilir, bir düşün, dedi. Mesterman kabul etti."

Mr. Mesterman, eski bir kabine üyesi olup, Avam Kamarası'nda milletvekilidir. Bu tarihten sonra Mr. Masterman'ın bir propaganda bürosunu kurup başına geçtiği bilinmektedir. Büronun mevcudiyeti tamamen gizli tutuluyor, Mr. Masterman, Milli Sağlık Sigortası Komisyonu'ndaki görevinden istifade ederek bu Komisyonun çalıştığı "Wellington House", bürosunun da merkezi haline getirilmiş ve büronun isme "Wellington House" olarak belgelere geçmiştir.

Wellington House'ın çalışma sahası ise şöyle anlatılmaktadır:

"Müttefiklerin davasını, İngilizlerin gayretlerini, Bahriyenin, Ordunun, ticaret filosunun yaptıklarını, İmparatorluğun ekonomik ve askeri imkanlarını, harbin sebep ve gayelerini, Almanya''ın ve müttefiklerinin suçlarını ve vahşetlerini, Belçika'nın davasını, denizaltı savaşının gayri insaniliğini belirleyen olayları yaymak. Kullanılan vasıtalar da kitaplar, broşürler, mecmualar, diagramlar, haritalar, posterler, posta kartları, resimler, fotoğraflar ve sergilerdir."

Büronun sadece İngiltere'de 17 milyon nüsha neşriyat yaptığı ve buna 15 günlük resmi mecmuanın dahil olmadığı belirtilmektedir.

Masterman Bürosu'nun faaliyetleri hakkındaki 118 sayfalık 3. Rapor'un sonunda, basılan kitap ve broşürlerin listesi mevcuttur. 1916 yılının ilk yarısı sonunda basılan kitap ve broşütr adedi 182'dir. Yazarlar arasında Max Aitken, William Archer, Balfour, James Bryce, E. T. Cook, Conan Doyle, Alexander Gray, Archibald Hurd, Rudyard Kipling, A. Lowenstein, C. F. G. Masterman, A. J. Toynbee, H. G. Wells isimlerine de rastlıyoruz. Toynbee'nin yazdığı 3 kitaptan birinin adı da "Ermenilere Yapılan Mezalim"dir.

Tiflis'teki Milli Ermeni Bürosunun ABD'nin Boston şehrindeki Ermeni Taşnaksütyun Devrimci Komitesi'ne gönderdiği telgraf.Masterman Bürosu'nca basılan ve 1975 yılında Amerika'daki bir Ermeni yayınevi tarafından tekrar basılan Mavi Kitap'taki bütün referanslar, Tiflis'te çıkan "Hoziron", Marsilya'da çıkan "Armenia", Londra'da çıkan "Ararat", New York'ta çıkan "Gotchnag" isimli Ermeni gazeteleri ile, misyonerlerden aldıkları bilgileri nakleden Amerika'daki, Ermeni Mezalimi Komitesi'dir. Bu kaynaklara istinaden yazılacak bir kitabın ne olacağı aşikardır. Bu arada şunu da kaybetmekte fayda vardır; İstanbul ve İzmir Ermenileri tehcire tabi tutulmamış olmakla beraber, bu kitaptaki haritada tehcir edilmiş görülmektedirler.

Mavi Kitap'ın nasıl yazıldığına dair bu açıklamadan sonra, propaganda malzemesinin genellikle nasıl toplandığı hakkında, bu konuları etüd etmiş iki yazardan alıntı yapmak faydalı olacaktır. Yazarlardan ilki Arthur Ponsoby ve kitabının adı "Harp Döneminde Yalanlar"dır. 1910'dan 1918'e kadar Avam Kamarası'nda Liberal Parti üyesi olan Ponsoby, daha sonra İşçi Partisi'ne geçmiş, harp aleyhtarı bir kişidir. Kitabını 1928 senesinde yayınlamıştır. Propagandada hangi yollara müracaat edildiği hakkında bazı enteresan kısımlar şöyledir:

"Harbiye Nezareti bir sirküler yaparak, Subayları, düşmanla ilgili savaş olayları hakkında rapor vermeye davet etmiş, olayların mutlak doğruluğunun zaruri olmadığı, normal bir ihtimalin mevcudiyetinin kafi olduğu ilave edilmişti." (Sayfa 20)

"Vahşet yalanları en makbul olanlarıdır: Özellikle bu ülkede (İngiltere) ve Amerika'da onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir vatan görevi sayılır." (Sayfa 22)

"Bir netice tevlit etmeyecek alelade olaylarda bile insanların şahitliği mutlak itimat yaratmaz. Ön yargıların, heyecanların, hırsların ve vatanseverliğin hislere karıştığı zamanda ise bir insanın ifadesi tamamen kıymetsiz hale gelir. Vahşet hikayelerinin bütün çevresini kaplayabilmek imkansızdır. Bunlar broşürlerle, posterlerle, mektuplarla ve nutuklarla günlerce ve günlerce tekrarlandı. En can düşmanlarını bile, delil yokluğu sebebiyle mahkum etmekten çekinecek şöhret sahibi kişiler bütün bir milleti akla gelebilecek her türlü vahşilik ve gayri tabii cinayetlerle suçlamak için öncülük yapmakta tereddüt etmediler. " (Sayfa 129)

Hınçak örgütünün ünlü üyelerini ve devrimcilerini anmak üzere çizilmiş olan tablo."Alışılmamış kimseler için bir fotoğraf makinesi ile çekilmiş bir resimde büyük ölçüde itimat edilecek bir ağırlık vardır. Bir enstantane resimden daha otantik bir şey düşünülemez. Hiç kimse bir fotoğraftan şüphe etmeyi aklından geçirmez, bunun için de sahte oldukları, eğer tespit edilebilirse, çok geç ortaya çıkar. Harp süresince fotoğraf montajı bir sanayi haline gelmiştir. Bütün devletler bunu yaptı, ama en eksperleri Fransızlardı." (Sayfa 135)

"1905'teki katliamlar sırasında Rusya'da pek çok resim çekilmişti, etrafında kalabalık bir insan topluluğu bulunan bir sıra cesede ait bu resimlerden biri 14 Haziran 1915 tarihli "Le Miroir"da, (Alman sürülerinin Polonya'daki cinayetleri) başlığı ile basılmıştı. Buna benzeyen diğer pek çoğu da gazetelerde yer aldı. " (Sayfa 136)


İkinci yazar Allen Lane ve kitabının adı "Evdeki Ateşi Yanık Tutun"dur. Kitabın birinci sayfasında ABD Başkanı Coolidge'in, gazetede yazarları birliğinde yaptığı bir konuşma zikredilir. Başkan şöyle konuşmuştur: "Propaganda, olayların bazı kısımlarını aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye ve bütün olay serisi salim bir şekilde tetkik edilse varılması mümkün olmayacak neticeler çıkartmaya çalışır."

Kitaptan bazı pasajlar şöyledir:

"Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla görevli teşekküllerin ve haber organlarının kabul edecekleri yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlarla, çarpışmaları haklı kılacak bir düşünüş yaratmaktadır. Propagandacı, halkın esasen inanmaya davet edildiği hususlara uyacağı için inanılabilecek, basit tasvirler ve hayaller yaratır. Göbels'in İkinci Dünya Savaşı'nda belirttiği gibi, saf kimselere, düşündükleri ve temenni ettikleri konularda, kendilerinin bulup teyit edemeyecekleri delilleri vermektir." (Sayfa 3)

Franz Werfel in yazdığı "Musa Dağında Kırk Gün" İsimli Kitabın Kapağı. Kitapta gerçek olayların yanında saptırılmış olaylarda yer almaktadır."Harp zamanında bu, her şeyden evvel, davranışları hakkındaki ön yargılara göre, düşmanın, beklenebilecek bir görünüş ve davranışını yaratmaktadır. Bu da, onu sempatik kılacak bir haberi gizleyip, düşmanı daima nefret uyandıracak bir biçimde takdimi gerektirir." (Sayfa 3)

"Vahşet hikayeleri bütün harplerde ortaya çıkar. Maksat, harbin ilham ettiği nefret ve korkunun üzerinde toplanacağı bir görüntü yaratmaktır." (Sayfa 3)

"Harp, hiç kimsenin uyuşmazlık edemeyeceği ve herkesçe bilinen evrensel ve basit ideallerle haklı gösterilir; hürriyet, adalet, demokrasi, Hıristiyanlık gibi milli hasletlerin timsali olan idealler." (Sayfa 4)

"Karakteristik vahşet hikayeleri, hareket sahasından bir hayli uzaktaki muhabirlerden gelmiştir. Bunlar değişmez şekilde, hüviyeti belirtilmeyen bazı mültecilerin anlattıklarıdır. Çok kere bunlar dahi, ikinci ağızdan duyulan hususlardır." (Sayfa 84)


Propaganda bahsi C. F. Dixon Johnson'un bir cümlesiyle bağlayabilir:

"Bu topyekün katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai hesaplaşmada, Türkiye'nin zararına olarak, İngiliz Hükümeti tarafından yönlendirildiğini tekrar etmekte tereddüt etmiyoruz."


KAYNAK:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44

 
 
 
 
 
 
 


 
  Bugün 5 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol